HASETÇİNİN ŞERRİNDEN... 

İnsan kontrolden çıktığı zaman ne kadar tehlikeli bir varlık haline geliyor. Seviyesi düştükçe bayağılaşıyor; edepten, hayadan yoksunlaştıkça çirkinleşiyor, hırsı dizginlenemeyince de vahşi bir varlığa dönüşebiliyor. 

Ruhunun derinliklerinde ulvi değerler taşıyan da insan; kin, nefret, öfke, zulüm, kıskançlık ve hasetle yeryüzünü yaşanmaz hale getiren de insan... Biri eşref-i mahlukat (yaratılanların en şereflisi) olarak isimlendiriliyor, öteki belhüm adal (hayvandan aşağı) olarak nitelendiriliyor. Yeryüzü bu iki ölçüt arasında gelgitlerin yaşandığı hikayelerle doludur. 

Hayatta hiç kötülüğünüzün dokunmadığı biri sizden sebepsiz nefret ediyorsa o kendinde olmayan bir şeyin sizde olduğunu görüp sizden nefret etmeye başlamıştır. Çoğu zaman sizin bu durumdan haberiniz bile olmaz. Bu kural hiç değişmedi. 

Kıskançlık ve haset farklı kavramlardır. Kişi, kıskançlıkla  kendi eşyası veya insanlar hakkında seçici ve bölgeci olabilir; bu problem değildir. Ancak hasetten uzak durmak gerekir. Hasetlik; birinin sahip olduğu, diğerinin sahip olamadığı bir şey için ondan nefret etmesi anlamına gelir. Gündelik işlerin telaşından çetrefilli insan ilişkilerine kadar pek çok alanda haset eden insanlarla karşılaşırsınız. 

Kıskançlık, sonunda  nefreti getirir. Kendini başkalarıyla kıyaslama, hayattan aşırı beklenti, güvensizlik duygusu ve huzursuzluk; mal, mülk, makam, mevki düşkünlüğü veya mukallit olma gibi unsurlar kıskançlığı doğurur. Çevrenize baktığınızda adamlık taslayan, huzursuz hayalperestlerle karşılaşırsınız. Kıskançlık duygusu insanda olumsuzluk, aşağılık kompleksi ve hayal kırıklığı meydana getirir. 

Bazı insanlar başkalarını uçurumdan itmekten zevk alır. Çoğu zaman bu acımasızlık, kıskançlıktan değil cehaletten kaynaklanır. Kıskançlık, öfke temelli bir davranış olmaktan ziyade,  bazen rekabetçi bir davranış olarak da karşımıza çıkar. Hırsları kendilerinden önde giden aceleciler, rakip gördükleri insanları bertaraf etmek için olağanüstü çaba sarf ederler ve bundan çılgınlık derecesinde haz alırlar. "Seninle kazanacağımıza onunla kaybetmeyi tercih ederiz." diyen ukalalıkları da vardır. Aslında bu ukalalık bilerek lades demektir. Ama onlar kendilerini "yenilmez armada" olarak gördükleri için yenilgiyi hiç zaman düşünmezler. Günlerden bir gün yenilgi, yüzlerinde bir şamar gibi patladığında büyük hayal kırıklığına uğrarlar. "Bu nasıl olur?!  Bizim bu yarışı açık ara kazanmamız gerekirdi." derler. Sonra öfke nöbetlerine tutulup başkalarını suçlarlar, böylece  kendilerini tövbe ferahlığıyla rahatlatırlar. 

Çağdaş (modern) insan, öz güven kazanacağım derken egosunun kontrolünü yitirdi. Bu durum insanı kendiyle  ve toplumla çatışır hale getirdi. Bundan dolayı "haddinizi aşmayınız, nefsinizi kontrol ediniz" emr-i ilahisi, insanın kendini kötülüklerden alıkoyması gerektiğini vurgular. 

Bu tür negatif duyguların etkisinden kurtulup hayatımızda mevcut olanlarla mutlu olmak çok çaba gerektirir. Onun için Kur'an, "...haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım" (Felak, 1-5) diyor. 

Ortalık vesveseden çatlasa da, hasetçi, hasedinden patlasa da umutsuzluğa kapılmak yok! "Bırak onları, kendilerine vaat edilen günlerine kavuşuncaya değin dalıp gitsinler; oynayıp oyalansınlar" (Zuhruf 83). İyiliği emredip kötülüğü men etmekten başka çıkış yolumuz yok. Allah sonumuzu hayreylesin. Kalın sağlıcakla.