Bir arkadaşım:
- Neden hep toplumsal konularla ilgileniyorsun? Sen de gökyüzünde dokuz takla atan güvercinlere güzellemeler yazsana! Senin neslin ömrünü bu beyhude işlerle geçirdi. Vatan, devlet, bayrak, bağımsızlık, hürriyet, hak, hukuk adalet! derken yıllar gelip geçti. Kimin umurundasınız sanki! Bırakın artık armudun sapını, üzümün çöpünü! Kim uğraşırsa uğraşsın, bu konularla! dedi.
Ben de:
- Bugüne kadar mal, mülk, makam, mevki, şöhret, ihale ve hibe peşinde koşmuş olsaydım bugünkü pozisyonum çok farklı olurdu. Ömrümde hiç fırıldak olmadım. Hep düz yaşamayı sevdim, bundan sonra da düz yaşamayı tercih ederim! dedim.
 
Yüzüme tuhaf tuhaf baktı. "Sen ne tuhaf
 
adamsın be!" diyerek oflaya puflaya yanımdan uzaklaştı. Ben de yalnızlığıma senfoni söyleyen kırık ezgilerle ortalıkta kalakaldım.
 
Gündelik işlerin telaşında olanlar, asırlık sevdası olanları nasıl anlasın? Zamanenin "ahmaklık" olarak gördüğü fedakârlıklar, kendini devlet ve milletine, insanlığın huzur ve barışına adamış idealist insanlar için baş tacı edilen değerlerdir.
 
Yakın ve geçmiş dönemde "Siz hangi dünyada yaşıyorsunuz?" diye bizi eleştiren hatta burun kıvırıp küçümseyen aklı kıt, parası bol, görgü fakiri adamlarla karşılaştım.
- Sen de çok safmışsın be Hocam! Bu zamanda namus ve dürüstlük mü kaldı? diyen adamın şuuraltına yansımış kişilik bozukluğu, "paran kadar konuş!" diyen ukalanınkinden çok farklı değildir.
 
Maalesef son yıllarda,  haksızlık karşısında
 
susan, nabza göre şerbet veren, kandırmayı marifet, aldatmayı sözüm ona çağdaşlık zanneden, üretmeden tüketen, lüks yaşama arzusuyla yanıp kavrulan ve bilgi sahibi olmadan fikrî  konularda ahkâm kesen  ne kadar çok kasaba filozofu türedi bu ülkede. İstediğiniz kadar bilgi, belge, fotoğraf, şahit, bilimsel veri, rapor vs ortaya koyun; şartlanmışlık ve bağnazlık içinde bocalayan cehalet, bunlardan hiç birini kabul etmeyecektir! Ehl-i cühela ya kulaktan dolma bilgilerle yüksek perdeden konuşur ya da internet çöplüğünde karşılaştığı manipülasyonları hakikat zanneder!
Maalesef bu ülkede, cehalet diplomayla taclandırılmaya başlandı.
 
Bu bağlamda öğretmen yetiştirme modeli konusunda Millî Eğitim Bakanlığı ile YÖK arasında kamuoyuna yansımayan bir mücadele var. Bakanlık, lisans sonrasında "Eğitim Akademisi"nde ısrarcı,  YÖK ise
 
"Benim verdiğim Eğitim Fakültesi diplomalarına itiraz mı ediyorsun?" kabilinden bu konuya muhalif.
 
Kimse kusura bakmasın, bu ülkede her önüne gelen makamsız-peşrevsiz, detone türküler söylemeye kalkarsa biz bir-iki nesli daha şimdiden kaybettik demektir.
 
Ârif olan anlar. Peki, "ârif"i olmayan memlekette sizce "maarif" olur mu?
 
Kalın sağlıcakla.