Hayat, insanı sürprizler ve zorluklarla sınar. Tahammül sınırını zorlayan haksızlıklar, insanı canından bezdirir. Kenara itilmiş, horlanmış insanların gönül kırgınlığı, çoğu zaman muhataplarınca önemsenmez hatta fark edilmez bile. Mazlum, hesap gününün umuduyla bir kenara çekilmiş, yalnızlığını sabır taşında bilemektedir.

Her şeyin güllük gülistanlık olduğu dönemlerde insan davranışları yapay ve romantik değişkenlikler gösterebilir. Tatlı gülücükler, tiyatral selamlaşmalar, nezaket sosuna batırılmış iltifatlar, ortalığı çınlatan şen kahkahalar ve derin sohbetler, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi uzayıp gider. Gün gelir bir haksızlık, bir adam kayırma, bir yanlış karar ortalığı kasıp kavurur, her şeyi bir anda alt üst eder. Sadece bir kıvılcım, kutsanmış birliktelikleri bir saniyede tarumar etmeye yeter!  Kırgınlık, ayrılık ateşini körüklediğinde ne ahenk kalır ortalıkta ne insicam... 

İnsan karmaşık ve gizemli bir varlık. İç dünyasında neyi planladığı, hedefinin ne olduğu, kimlerle, ne zaman işbirliği yapacağı bilinmez. Bazen öyle bir kamuflaja bürünür ki  ne beklentisini tespit etmek mümkün olur ne niyetinin halisane olup olmadığını belirleyebilmek... Gizli ajandalarda kimin kimi aldattığı ya da kandırdığı meçhuldür. Hırsızın dürüst, ırz düşmanının ehl-i namus, yalancının doğru ve güvenilir rolü oynaması ne kadar tehlikeli bir ikiyüzlülüktür! 

Son yıllarda menfaat ilişkileri en üst düzeye taşındı. Bir de buna maddiyata dayalı ukalalık, hadsizce hak talep eden küstahlık, yerlerde sürünen seviyesizlik, adam kayırma ve liyakatsizlik eklenince toplumsal tahammülün sınırları zorlanmaya başladı. 

İşte tam bu aşamada, yüzlerdeki o sahte maskeler yırtır ve gerçek niyetler ortaya dökülür. Yalanlar, iftiralar, öfkeler, ayak oyunları, kibir ve kendini beğenmişlikler havada uçuşmaya başlar. Dediğini "demedim"; demediğini "dedim" diyen bir sürü insan, günü ve ânı kurtarmanın telaşıyla çirkinleşir.  "Ben onu şakasına söylemiştim. Siz, o şakayı ciddiye mi aldınız?" pişkinliği ile işin içinden sıyrılmaya çalışırlar. Sonra hiç bir şey olmamış gibi tövbe ferahlığıyla günahtan kurtulacaklarını, yüklendikleri vebalden temizleneceklerini zannederler! 

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi verdikleri sözü de tutmazlar. Bir işe başlarken zat-ı muhteremlere nezaketen sorarsınız: Bu konuda sizin bir çekinceniz ya da onaylamadığınız bir şey var  mıdır? "Hayır, bizim açımızdan bir sakınca yok. Bu konuda rahat olabilirsiniz." derler. Fakat bir müddet sonra söylediklerinin tam tersini yapıp negatif tavır takınmaya başlarlar. İşin tam orta noktasında karar değiştirip verdikleri sözden dönerler.  Bu yalpalamayı üç kavramla açıklayabiliriz: kişilik bozukluğu, kaypaklık ve menfaatperestlik! Maalesef bizim toplumumuzda verdiği sözden caymayı açıkgözlük zanneden kaypak ruhlu bir güruf var! 

Bütün bu nahoşluklar elbette insanın gönlünü kırar. Gevşek ve ciddiyetsiz insanlar her devirde ilgi görür, kaliteli ve dürüst insanlar ise hep yanlız kalırlar. Her ne hikmetse acıları Mecnun çeker türküler hep Leyla'ya yakılır! 

Bu kargaşa ortamda kimileri olaylara çok duyarlı kimileri çok vurdumduymazdır;  kimi kaba saba kimi hatırnazdır. Kol yen içinde, gönül el içinde kırılır! Sırça saraya benzeyen gönül bir kere kırılırsa tamir olmaz! İçinde zerre miktarınca hesap kaygısı olan insan, hiç haksızlık, hadsizlik, edepsizlik yapıp gönül kırar mı? Maddi  gücüyle her şeyi halledebileceğini zannedip benlik duygusuna tapar mı? 

Bizim Yunus'la  bitirelim:
         Şunlar ki çoktur malları, 
         Gör nice oldu halleri,
         Sonunda bir gömlek giymiş, 
         Onun da yoktur yenleri. 

         Hani mülke benim diyen, 
         Köşk ve saray beğenmeyen,
         Şimdi bir evde yatarlar,
         Taşlar olmuş üstünleri.