Çanakkale Savaşı bilindiği gibi Alman General Liman von Sanders tarafından yönlendirilmiştir. Çanakkale harbi kazanıldıkta...

Çanakkale Savaşı bilindiği gibi Alman General Liman von Sanders tarafından yönlendirilmiştir.

Çanakkale harbi kazanıldıktan uzun yıllar sonra Almanya'da genç Alman subaylar arasında bir tartışma çıkıyor. Bır kısmı harbi ' Almanlar kazandırdı' derken diğer bir grup da hayır 'Türkler kazandırdı' diyordu.

Tartışma sürerken bir Alman subay araya girerek ''Bilgisiz ve dayanıksız tartışma olmaz. Limon van Sanders yaşıyor, gidelim ona soralım ve bizi aydınlatsın'' der. Daha sonra hep birlikte Generalden bir randevu isterler. Verilen gün ve saatte Generalin odasında toplanırlar. General onları karşısına oturtur. Alman geleneğine uygun olarak ellerine birer bardak bira verdirir ve kendisinden ne istediklerini onlara sorar.

O genç yine araya girer ve ''Generalim aramızda bir tartışma çıktı, fakat bilgimiz olmadığı için bir sonuç alamadık. Çanakkale harbini Türkler mi Almanlar mı kazandırdı, bizi aydınlatır, gerçeği söyler misiniz ?'' der.

General ciddiyetle, 'Gençler ! Şimdi ben size Türkler veya Almanlar dersem tatmin olmazsınız. Bu nedenle olayı anlatayım kararı siz verin' der.

-Çanakkale harbi inanılmaz bir mücadele içine girmişti. Gökten yağmur tanesi gibi bombalar, mermiler yağıyordu. Durumdan bunalmıştık. İnsanın bu atmosfere dayanmasına olanak kalmamıştı.Aslında bana göre yapılacak bir şey de kalmamıştı. Tüm askeri kuvvetlere geri çekilin emri verdim. Zannedersem bu yengiliye ilk adımdı. 7-8 saat geçmeden çadırın kapısı açıldı ve genç bir subay hızla içeri girdi. Şaşırmıştım, çünkü bir generalin bulunduğu yere kimse izinsiz giremezdi. Yalnız genç subayın öyle bir görünümü vardı ki çık dışarı da diyemedim. 'Ne istiyorsun' diye sordum.

'Generalim ! Ben bu topraklarda yetiştim. Bu topraklar benim vatanım. Böyle su gibi harcanmamalı.' dedi.

-Peki ne istiyorsun yapacak bir şey var mı ? diye sordum.

Cevap, 'Sizin yerinize geçmek istiyorum' oldu.

-Çok gelmez mi ? diye sordum.

Cevap, 'Az gelir' oldu.

Bir an düşündüm. Zaten yapacak bir şey kalmamıştı. Bu gencin aracılığı ile de bir kere daha mücadeleyi başlatmakta mahzur görmedim. Hemen bütün kuvvetlere telgraf çekerek bu genç subayı vazifelendirdim ve görevimi ona devrettim. Zaten olan olmuştu. Onun veya benim aracılığımla mağlubiyet fark etmezdi.

Saatler geçmek bilmiyordu.. Heyecan ve sıkıntı içinde bekliyordum. Beklemek bu durumda öldürücü derecede azap veriyordu. Günler ve saatler nasıl geçti anlatamam. Tam o sırada düşman askerlerinin ve zırhlılarının Çanakkele'yi terk etme haberleri geldi. Bu inanılmaz bir olaydı, harp kazanılmıştı. Yardımcılarımdan hemen bu genç subayı bulup getirmelerini istedim. Saatler sonra karşıma gelebildi. Üstü başı toz toprak içindeydi. Giysileri kısmen yırtılmıştı. Büyük bir sevinç ve aynı zamanda saygıyla iki elini avuçlarımda sıkarken cebimden Mareşal Hindenburg'un bana hediye etmiş olduğu altın ve pırlanta ile süslü saati çıkarıp bu subaya verdim.

O da hemen gülerek sol cebinden kırık bir saat çıkardı ve bana uzattı. 'Generalim, bu kırık saatin sizin bana verdiğiniz saat kadra maddideğeri yüksek değildir. Ama bir hayatı korumuş olması açısından manevi değeri yüksektir. Bu da benden size hatıra olsun' dedi.

İşte gençler, bu subay yıllar önce sorumluluğu kendisine devrettiğim genç subaydır ve şimdiki Türkiye Cumhuriyeti'nin başındaki Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'tür.

-Genelkurmay ATASE Yayınları, Nevin Gökaydın ile yapılan söyleşi, Ankara, 2009, s.141-147 (22.03.2023)