VAKTİ GELİNCE

Akşamın alaca karanlığında daracık sokaklarda ilerleyen bir karaltı, çeşme başındaki eski ahşap evin kapı tokmağını usulce vurdu. Cumbalı odanın eskimiş kafesi arkasından sokağa bakan adam, eve kimin geldiğini gördü ve merdivenden inip kapıyı açtı. Hiç konuşmadan eliyle kapıdaki adamı içeri buyur etti. Dış kapının sağına ve soluna baktı, emin olunca kapıyı kapattı. 

Birlikte merdivenden çıktılar, evin karanlık sofasından geçip bir odaya girdiler. Pencereler kalın siyah perdelerle kapatılmıştı. Son gelen adamla birlikte odada dokuz kişi olmuşlardı. Hemen sadede geldiler, görüşme başladı. Herkes kendi fikrini söyledi, uzun uzadıya konuştular, tartıştılar ve nihayetinde ortak bir karara vardılar. 

O akşam, orada konuşulanlar, alınan kararlar gizli kalacaktı. Her biri sırra kadem basıp gecenin karanlığında sokağın bir başka yönününe doğru yürüyüp gitti. Kimdi bu adamlar, ne konuşmuşlardı, sırları neydi? Şimdilik bunu kimse bilmeyecekti. Vakti gelince her şey açıklanacak, toplumla paylaşılacaktı.
☆☆☆ 

Aradan uzun bir zaman geçti. Gün portakal rengiyle ortalığı aydınlatırken insanlar birer ikişer sokaklarda görülmeye başladı. Çarşı kahvehanesinde çaylar daha yeni demlenmişti. Esnaf, besmeleyle dükkânlarını açıyordu. Hava ılık, gözler mahmurdu. Kara Mehmet: Çaylar!... diye bağırdı. Kahvehanenin bir köşesinde keyifle tavşan kanı çayını yudumlayan Hacı emmi ağır ağır konuşmaya başladı:
- Ne olacak bu memleketin hali? İnsanlar perişan, gençler işsiz, emekli ve dar gelirliler geçim sıkıntısı çekiyor. Sokaklar desen bakımsız, tozdan topraktan geçilmiyor. Çöpleri vaktinde toplasalar ya kardeşim! Ortalık kokuyor!  Bu ne perişanlık yahu!..
Karşı masadan İbram Çavuş:
-Hacı ağa! Sabah sabah bir şey diyeceksin amma, lafı dolandurmadan, doğrudan deyiver! dedi.
Hacı emmi: 
- Ağalar, şöyle masaya buyurun da lafın iki belini kıralım, dedi.
Çayını, tabakasını, çakmağını alan Hacı emminin etrafında toplandı. "Anlat bakalım Hacı ağa!" dediler. 
Hacı emmi başladı anlatmaya:
- Ağalar! Bu memleket sahipsiz değil. Bu perişanlığa bir son vermek lazım. Baksanıza, belediye sokakları bile süpürmüyor. Eskiden hiç su kesiliyor muydu? Bu ne yahu! Zırt pırt su kesilip duruyor!  Maskaraya çevirdiler bu işleri... Böyle hizmet mi olur?
İbram Çavuş: Hacı ağa! Şu ağzındaki baklayı çıkarıver gâri! dedi.
Hacı emmi:
- Uleee  arkadaş, siz benim ağzımı aşçı Bekir'in bakır kazanı mı zannettiniz? Ne baklası yahu? Bakla makla yok!
Ertafındakiler: "Vardır, vardır... " dediler.
Hacı emmi: Mehmet! Çayları tazele! dedi. 

Çarşı kahvehanesinde muhabbet daha yeni başlıyordu. Hacı emmi, memleketin halini uzun uzun anlattı. Etrafındakiler de başını sallayıp tasdik ettiler. Arada bir: "Mehmet! Çayları tazele!" diyorlardı. 
İbram Çavuş, köstekli saatine baktı: 
-  Arkadaşlar saat dokuzu geçti. Benim işim var, tarlaya gideceğim, dedi ve kalkıp gitti. Diğerleri onu takip ederek birer ikişer kahvehaneden ayrıldılar. Hacı emmi yandaki fırından iki ekmek alıp  büyük bir keyifle evine doğru yöneldi. Evin dış kapısından girer girmez:
-Hatun! Süte maya çaldım. Allah'ın izniyle bu maya tutacak! dedi. Sonra da ekledi: Bu işler böyledir hatun, vakti gelince her şey açıklanır; herkes, her şeyi duyar! dedi. 

Ay geçti, gün geçti, zaman bir su gibi akıp gitti. Günlerden bir gün  "artık vakti geldi." deyip her şeyi açıkladılar. Takke düştü kel göründü. Neydi o açıkladıkları mı diyorsunuz? Onu da başka bir gün anlatalım inşallah. Haydi kalın sağlıcakla.