KLAVYE EFELENMELERİ

Kontrolsüz sosyal medya yayınları, gönül kırgınlıkları ve linç mağduriyetlerini gündeme getirmeye başladı. İfade hürriyetini savunurken mağdur haklarını koruyacak hukukî düzenlemelere de ihtiyaç var.  Sahte kimliklerle açılmış sahte  hesaplardan (fake users) ağza alınmayacak hakaretler yağdıran klavye efeleri, seviyesizliklerini sanki bir marifetmiş gibi sergiliyorlar. Küfürler, hakaretler, iftiralar, yalan yanlış paylaşımlar,  izinsiz çekilmiş uygunsuz fotoğraf ve videolar, şantaj ve tehditler, gündem değiştirecek sansasyonel haberler, magazin ve paparazi çığırtkanlıkları almış başını gidiyor. 

İnternet, doğru kullanıldığında araştırmacıyı  orijinal bilgi kaynaklarına ulaştırır; yanlış ve kontrolsüz kullanıldığında ise bilgi çöplüğüne götürür. İnternet ortamında yapılan bir yanlışı iyi niyetle düzeltmek istediğinizde, yüzlerce kişi sanki anlaşmışcasına, sizin düzelttiğiniz metne saldırmaya başlıyorlar. "O iş öyle olmaz,  böyle olacak!" diyen, nezaket yoksunu ne kadar çok uzman (!) varmış bu ülkede... Provokatörlerin peşine takılıp linç girişiminde bulunan klavye efeleri, doğruyla yüzleşmekten pek hoşlanmaz. Onlar bağırırlar, çağırırlar, küfrederler ve rahatlarlar; önemsedikleri sadece budur. 

Karakalpak Türkçesi üzerine paylaşımda bulunan bir zat-ı muhtereme, "Karakalpak şairi Berdakh'ı tanır mısınız,  şiirlerini okuyor  musunuz?"  diye sormuştum. Büyük bir gururla: "Tabii ki okuyabilirim, o kadarcık okuma yazmamız vardır." demişti. Ben de bir Karakalpak uzmanını bulmanın keyfiyle: "Rica etsem Berdakh'ın 'Bolgan emes' şiirini okuyabilir misiniz?" diye sormuştum. Şiiri zat-ı muhtereme uzattığımda gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Büyük bir şaşkınlıkla: "Bu ne?!" demişti. Ben de nezaketle: "Kril alfabesiyle yazılmış Karakalpak şiiri, lütfen okur musunuz?" dediğimde muhatabımın sosyal medya bilgiçliği suya düşmüştü. Çünkü bu zat, Berdakh'ı tanımadığı gibi Kril alfabesini de okuyamıyordu. 

İnsanlar, hayali de olsa  kendilerini bilgili ve  hünerli göstermekten hoşlanıyorlar. Yalan onlara mutluluk veriyor; yoksa  durup dururken ne diye yalan söylesinler ki? Restoranda yediği yemeği paylaşan adam, görgüsüzlüğünü teşhir etmenin ötesinde sizce neyin peşindedir? 

Sosyal medya, topluluk karşısında  konuşmaktan çekinen, fikrini yazıya aktarmaktan âciz, sessiz kalabalıkları harekete geçirdi. Meğerse insanlar "bu işte ben de varım, bu konuları ben de bilirim" demeye, yazılan-çizilenlere itiraz etmeye, birbirleriyle sürtüşmeye, çatışmaya, yüz yüze söyleyemediklerini sosyal medya üzerinden söylemeye ve  ballandıra ballandıra dedikodu yapmaya ne kadar meraklıymışlar! 

Maşallah ortalık klavye efelerinden geçilmiyor!
Her şeyi onlar biliyor. İki satır okumaktan imtina eden bu gruplar, kulaktan dolma bilgilerle, hiç kimseye ve hiç bir şeye eyvallah etmeden, her konuda uzman kesililiyorlar! 

Elektronik haberleşme araçlarının hızlı gelişimi, iletişimi çok kolaylaştırdı; bilgi ve kaynaklara ulaşmak, artık bir tuşa basmakla mümkün. Doğrusu, bu harika bir kolaylık. Fakat sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla cehalet öyle bir öz güven kazandı ki ukalalığı durdurabilene aşk olsun. Kontrolsüz internet yayınları ne ahlak bıraktı toplumlarda ne fazilet, ne saygı kaldı ne sevgi... Değer yargılarını yitiren toplumlar, teknolojiye kurban verdikleri çocuklarının arkasından gözyaşı bile dökemiyorlar.  Münir Nurettin, eski bir plakta "Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç." şarkısını sanki bugünün perişanlığını anlatmak için söylüyor. 

Çağın dönüşüm ve değişimine ayak uyduramayan az gelişmiş toplumlar, modern (!) dedikodularını sosyal medya platformlarında yapıyorlar. Dedikodu çöplüğünde debelenen insanların kendilerini çağdaş zannettikleri yerin adıdır sosyal medya...  Ne gariptir ki, bu platformlarda   "yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana!" 

Teknolojiye ve sosyalleşmeye bir itirazım yok. Fakat kendinizi ve çocuklarınızı sosyal medya  bağımlılığından kurtarmalısınız.  Elektronik vesveseden kendini koruyabilenlere selam olsun.