Küçük hokkabazlar, gündelik hesapların kurnaz adamlarıdır. İçten pazarlıklı, kaypak, yalancı ve pişkindirler. Dedikodusu bol, fitne ve palavrası havada uçuşan bir hayatı severler. Onlar her devrin adamı, her devrin şarlatanıdır.
Sakın abarttığımı zannetmeyin. Burunları tilki gibi iyi koku alan bu adamlar, sabahtan akşama kadar o kapı senin, bu kapı benim dolaşır dururlar. Nerede bir menfaat varsa oraya çöreklenirler. Sizden umdukları bir şey yoksa yanınızda bir dakika bile eğlenmezler. Onlar, mirası deymeyecek ölüye ağlamazlar. Nezaket yoksunu, küstah, saygısız, kıskanç, egoist ve merhametsizdirler!
Bu tiplerle hiç karşılaştınız mı, bilmiyorum. Karşılaşmadıysanız lütfen etrafınıza şöyle bir bakınız. Son yıllarda, bu zırva tiplerin toplumda iyice çoğaldığını göreceksiniz.
Toplumsal çözülmeye bağlı olarak ticarî alanda olduğu gibi kültür, eğitim, ahlak, din, örf, hukuk alanında da hızlı bir değer kaybı yaşanmaktadır. Dolayısıyla en büyük değer kaybı insanda görülmektedir.
İşte bunlardan birkaç örnek:
- Trafik kurallarını ihlal eden bir sürücü hem kendi can güvenliğini hem de diğer sürücülerin mal ve can güvenliğini tehlikeye atmaktadır. Bu durum bir hak ihlali ve değer kaybıdır.
- Okulda suç işleyen bir öğrenciye babasının zenginliği veya bürokratik konumundan dolayı işlem yapılamıyorsa eğitim yönetimi ve pedagoji zaafa uğramış demektir.
- Memur, emekli ve dar gelirliye hak ettiği maaş zammını vermekte zorlanan yönetim, bu ekonomik dar boğaza rağmen, birilerine "teşvik" adı altında ulufe dağıtıyorsa bu şımartılmış imtiyazlı sınıf, toplumu küçümsemeye, insanlara hükmetmeye kalkıyorsa siz hangi hukukun üstünlüğünden, "adalet mülkün temelidir" ilkesinden bahsediyorsunuz Allah aşkına?
Arif Nihat Asya, bu haksızlığa şu mısrlarla isyan ediyor:
Onlar, almakta parsadan hisse...
Bize kalmakta kıssadan hisse!
Devlet, büyük şirketlerin vergi borçlarını silerken neden benim omuzlarıma yeni dolaylı vergiler yüklüyor?! Bu ülkede nimeti paylaşanlar, neden külfeti paylaşmaya yanaşmıyorlar? Bu haksız durum gelir ve vergi adaletsizliği doğuruyor.
Fakirin açlığa mahkum edildiği bir ülkede, hibe ve ucuz kredilerle desteklenen kasaba görgüsüzlerinin harman yeri danası gibi başıboş bırakılması hangi sosyal devlet ilkesiyle açıklanabilir ki?
Milletvekillerine trafik kurallarını ihlal etme imtiyazı tanıyan kanun teklifi TBMM'den geçer, Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp yasalaşırsa ve bu millet, bu hukuk garabetine ses çıkarmazsa Nasrettin Hoca'nın fil hikâyesi bir daha gerçekleşiyor demektir. Unutulmasın ki nemelazımcılık, tepkisiz toplumların tipik özelliğidir.
Eleştiriye ve hak aramaya kapalı toplumlarda bu örnekleri çoğaltmak can sıkıcıdır. Bu labirentin elbet bir çıkışı yolu vardır. Yazıyı bir anekdotla bitirelim.
Meczubun biri, çarşıda sabahtan akşama kadar "Ölüm var, ölüm!.." diye bağırıyormuş.
Keyfinin bozulmasını istemeyen bir çarşı ağası; "Ne bağırıp duruyorsun! Git, az ötede bağır! Milleti rahatsız etme!" diye meczuba çıkışmış.
Meczup, ağaya aldırış etmeden "Ölüm var, ölüm!.. " diye bağırmaya devam etmiş. Ay geçmiş, yıl geçmiş, günlerden bir gün, ağa sokak ortasında yığılmış kalmış.
Meczup:
-Az ötede de var, beride de var! Sende de var, bende de var! Ölüm var, ölüm!.. diye bağırarak caddeyi boydan boya arşınlamış. gitmiş.
Gençliğin, güzelliğin, zenginliğin, ağalığın, derebeyliğin, devr-i saltanatın ve muktedirliğin hiç bitmeyeceğini zanneden bugünün kethüdalarına meczup uzaklardan her gün hatırlatıyor: Ölüm var, ölüm!..
Umutsuz olmayın ve içinizi karatmayın. Yeter ki hesabını veremeyeceğiniz işiniz, aşınız olmasın. Kalın sağlıcakla.