DİPLOMASİDE TEHDİT DİLİ

Eşitliğin olmadığı ortamda, güçlü  zayıfı yener, ezer. Bu durum uluslararası ilişkilerde de karşımıza çıkar.

Trump'ın Beyaz Saray'da  Zelenski'yi tehdit ve hakaret etmesi, çok şaşırılacak bir durum değildir. "Mağdurun karar verme ve özgür hareket etmesini kısıtlayacak, iç huzurunu bozacak ve onu endişeye sevkedecek nitelikte" davranmak, tarih boyunca gücü elinde bulunduran egemen sınıfın vazgeçemediği bir tehdit unsurudur. 

Trump, Ukrayna'nın yeraltı zenginliklerinin yarısını isteme cüretkârlığını gösterdi.  Zelenski'nin bu isteklere sıcak bakmaması üzerine Trump'ın tehdit ve hakaret diline başvurması, diplomaside ilk defa karşılaşılan kriz değildir. Trump'ın vücut dili ne kadar küstah, ukala ve bencil! Kendini hep haklı görme egosunun tavan yaptığı, şımarık bir ruh halini sergiliyor. 

Trump, ikinci defa başkan seçilir seçilmez, Gazze'yi devralma ve Filistinlileri yerinden etme planını açıkladı. Trump, buna benzer  küstahlıkları defalarca yaptı. Macron'a, Almanya Başbakanı  Scholz'e, İngiltere Başbakanı Keir Starmer'e diplomasi diline sığmayan kabalıklarda bulundu. "Siz kendi başınıza Rusya'yı yenebilir misiniz?" diyerek İngiliz Başbakanını rencide etti. "Seni korumazsan, bir gün bile o koltukta oturamazsın!" tehdidiyle Suudi Kralı'ndan "haraç" istedi. 

Trump,  Barış Pınarı Harekatı'nın başladığı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yazdığı mektupta: "Türk ekonomisini mahvetmekten sorumlu olmak istemeyiz ve bunu yaparız. Size bunun bir örneğini Rahip Pastör Brunson olayında yaşatmıştım." diyerek tehdit etti. 09 Ekim 2019 tarihinde "mafya babaları gibi tehditkâr bir üslup"la  yazılan bu mektup, Ankara tarafından reddedilerek çöpe atıldı. 

Türk -Amerikan ilişkileri yakın tarihte hep sıkıntılı geçmiştir. Türkiye,  ABD ile ilk askerî yardım antlaşmasını 1947'de imzaladı. O tarihten itibaren Türkiye'nin  ABD ile yaptığı bütün ticarî, siyasi ve kültürel antlaşmalar gözden geçirildiğinde Amerikan hegomanyasının hukuk tanımazlığı ve küstahça baskıları görülecektir. 

1952'de Türkiye'nin NATO'ya girmesiyle romantik dönemini yaşayan Türk-Amerikan ilişkileri, 1958'den sonra Menderes'in dış politikada Ruslara yaklaşmasıyla  soğuk rüzgarların estiği dönemi yaşadı. 

İsmet İnönü, 1964 yılında kendisine küstah ifadelerle dolu bir mektup gönderen Amerikan Başkanı Johnson'a cevabında; "Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini alır." demişti. İsmet Paşa, "Büyük devletlerle ittifak etmek, yırtıcı bir hayvanla yatağa girmeye benzer." diyor. 

II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan uluslararası kuruluşları etkileme kapasitesine sahip devletlerin bu kurumlar yoluyla uluslararası sistemde hegemonya kurmaya ve devam ettirmeye yönelik çaba sarf ettiklerini söyleyebiliriz. Mesela IMF uluslararası siyasetteki neoliberal hegemonyayı kurma ve yeniden üretmek için faaliyet göstermektedir.
Birleşmiş Milletler (BM), OECD, Unesco, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Konseyi ve Dünya Ticaret Örgütü'nü bu  listeye dâhil edebilirsiniz.  Tabii bu kuruluşlarda ABD'nin göz ardı edilmemesi gereken bir başatlığı söz konusudur. 

Zavallı diplomasi, Amerikan müdahalelerinden dolayı evde sözünü kimseye geçiremeyen kılıbık erkeklere döndü. Kapitalizm,  ekonomik gücü olmayan devletleri, Zelenski örneğinde olduğu gibi  şamar oğlanına çevirdi. İktisadî özgürlük olmadan siyasî özgürlük olmaz!  Kamu mallarını hoyratça özelleştiren, kalkınmakta olan ülkelerin liberal politikacılarına duyurulur!