DEVLET AKLI MI, TRAVMATİK SİYASÎ SÖYLEMLER Mİ?

Devlet yönetiminde duygusallık olmaz. Devletin içte ve dışta kontrol altında tutması gereken  âli  menfaatleri vardır. Uluslararası ilişkilerde bölgesel ve küresel dengeler göz önünde bulundurularak devletin bu âli
menfaatleri korunur. 

Bundan dolayı diplomasi,  üst düzey ligde oynan satranca benzer.  Hamleler günlük ve anlık olabileceği gibi çağlar ötesine yönelik de olabilir. 

Halk, bazen bu hamleleri kavramakta, anlamakta hatta yorumlamakta zorlanır; olaylara duygusal yaklaşır, öfke nöbetlerine tutulur, bağırır çağırır. Bir başka husus da şehir efsanesi olarak anlatılan "derin devlet" hikâyeleridir. Bu konuda ortalıkta  birçok efsane dolaşmaktadır: "Ak saçlılar, karar vericiler, sır kâtipleri vs."  Her gizemli yapı dayanılmaz bir merakın muhatabıdır. Tarih boyunca istihbarat örgütleri, masonik yapılar, Tapınak Şövalyeleri, Hasan Sabbah'ın Haşhaşi Fedai Tarikatı ve  yer altına çekilmiş bütün  gayri nizami unsurlar hep merak edilmiştir. Devlet aklı ve geleneğini, şehir efsanelerine bezenmiş bu gizemli yapılarından ayrı tutmak gerekir. Çünkü devlet; karmaşık, yapısal, bürokratik bir organizasyonun hukuk çerçevesinde vücut bulmuş halidir. 


Devletin uluslararası vitrinlerde ağırlığını hissettirebilmesi için iç kamuoyunda millî birlik ve beraberliğin sağlanması ve devletin ekonomik yönden güçlü olması gerekir. Kronikleşmiş büyük problemlerin altında ezilen bir devlet, dünya siyasetinde ağırlığını hissettiremez. Yakın tarihimiz bunun sayısız örnekleriyle doludur. Lozan görüşleri sırasında Şeyh Said isyanının çıkarılması buna örnektir. Yabancı istihbarat örgütlerinin kırk yıldan beri PKK terör örgütünü başımıza bela etmesi de aynı gerekçeye dayanır. "Dünya beşten büyüktür." sözünün uluslararası alanda diplomatik geçerliliğinin olabilmesi için bu tezin siyasî  ve ekonomik olarak desteklenmesi gerekir; aksi halde içi boşaltılmış, siyasi söylem olmaktan öteye geçmez. 

Hiç bahane üretmeden, birbirimizi kırıp dökmeden "millî devleti"mizi güçlendirmek zorundayız. Yoksa Orta Doğu coğrafyasında sınırları cetvelle çizilen "çadır devletleri"nin başına gelenler, Allah korusun, bizim de başımıza gelebilir. 

Bu ülkede ideolojik ve etnik ayrıcalık peşinde koşanlar dışında, büyük kitlelerin devletle bir  problemi yoktur. Halk, vatanı "ana", devleti "baba" olarak görür. Fakat Osmanlı'dan Cumhuriyete rantiyeye kurban edilen şehirler, yağmalanan sahiller, feodalitenin verimli büyük toprakları elinde bulundurması, yabancı kapitalist şirketlerin köy, mahalle ve yaylalara göz dikmesi, ulufe dağıtır gibi ihale ve teşvik dağıtılması,  haksızlık, adaletsizlik, adam kayırmacılık, hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı gibi olumsuzluklar insanları son yıllarda canından bezdirdi. Bütün bu olup bitenlere bir de mülteci ve sığınmacı sorunu eklenince mazlum insanlar kendi ülkesinde kendilerini "parya" gibi hissetmeye başladılar. 

Devletin güçlü olmasına kimsenin bir itirazı yok! Fakat milletin ezilmesine, yoksul ve sahipsiz bırakılmasına, ülkenin talan edilmesine herkesin sonuna kadar itirazı var! 
Hükümet ayrı, devlet ayrı kavramlardır. Hükümet, merkezi otoriteyi elinde bulunduran siyasi güçtür, devleti yönetir; fakat devletin sahibi ve kendisi değildir. 

İsrail'in devlet terörü ve hukuk tanımaz işgalciliği elbette bizi rahatsız etmektedir. Bu bağlamda terörün bitirilmesi, silahların bırakılması, PKK'nın dağıtılması ve Öcalan'ın ev hapsinin kaldırılıp TBMM'de konuşabileceğinin söylenmesi devlet aklı mıdır, Bahçeli'nin görüşü müdür? Yoksa birinci açılımdan dili yanan siyasî iktidarın, ikinci açılımın "anonsunu" Bahçeli'ye yaptırması mıdır? 

Bahçeli'nin  "Öcalan TBMM'de konuşsun!" sözleri toplumda  büyük yankı uyandırırken Cumhurbaşkanı Kazan görüşmelerini gerçekleştiriyordu. Aynı saatlerde  Ankara Kahramankazan'da TUSAŞ'a saldırı düzenlenmesi bir tesadüf değildi. Terörü finanse edenler hem Bahçeli'nin sözlerine hem de Kazan görüşmelerine Kahramankazan'a düzenlenen terör saldırısıyla mesaj veriyorlardı.

Hızlı gelişen gündemi kime sorsam, kiminle görüşsem Bahçeli'nin bu söyleminin, adı "Devlet" olan bir devlet adamına yakışmadığını söylüyorlar. Teröre ağır bedeller ödeyen bir toplum, bu travmatik siyasi söylemleri kaldırabilecek mi? Bilmiyorum. Bunu zaman gösterecek.