"Söyle Arkadaşım" dedi Anadolulu Mehmet, yanı başındaki Anzak erine. "Nereden kopup gelmişsin, neden çökmüş bu mahzunluk üzerine?" ''Dünyanın öbür ucundan" dedi gencecik Anzak, "Öyle yazmışlar mezar taşıma; doğduğum yerler öylesine uzak, örtündüğüm topraksa gurbet bana." "Dert edinme arkadaşım" dedi Mehmet, "Değil mi ki bizlerle birleşti kaderin,
değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet, sen de artık bizdensin, sen de bencileyin bir Mehmet..."
Çanakkale'de toprağın üstü cennet altı mezar, kavga bitmiş mezarlarda kaynaş olmuş yiten canlar. "Ya sen!" dedi Mehmet, oyun çağındaki İngiliz erine: "Yaşın ne senin kardeş, böylesine erken buralarda işin ne?" "Yaşım sonsuza dek on beş!..." dedi ufak tefek İngiliz eri. "Köyümde askercilik oynar, coştururdum trampetimle bizimkileri. derken kendimi cephede buldum;
oyun muydu, gerçek miydi anlamadan, bir sahici kurşunla vuruldum. Sustu boynumdaki trampet,
son verildi böylece oyundan bozma işime, Gelibolu'da bana da bir mezar kazıldı, mezar taşıma on beşinde tampetçi yazıldı. Öyküm de künyem de bundan ibaret." Yağmur yağıyordu usul usul toprağa, göz yaşları düşerek üstüne sanki damla damla ağlıyordu uzaktan uzağa sahibini yitiren bir trampet. "Ya sizler?..." dedi Mehmet, dünyanın dört kıtasından mezarlar dolusu erlere:
"Hangi rüzgar savurdu sizleri, bu bilmediğiniz yerlere?" Kimi İngilizdi, kimi İskoç kimi Fransızdı, kimi Senegalli kimi Hintli kimi Nepalli kimi Avustralya'dan kimi yeni Zelanda'dan Anzak gemiler dolusu asker... her biri niye geldiğinden habersiz, Gelibolu'nun oya gibi koylarından sızarak, tırmanmışlardı dağa bayıra... siper siper yara gibi yarılan toprak
mezar olmuştu savaş ardından onlara... Kiminin burada yattığı sanılır, Kiminin adı bilinse de mezarı bilinmez, kiminin de mezar taşında on altı on yedi on sekiz yaşında ebedi istirahate çekildiği yazılı. Çanakkale topraklarında, her birinin erken biten yaşam öyküsü, eski yazıtlar gibi taşlara böyle kazılı. "Anlamaz mıyım" dedi, "halinizden kardeşler!..." adına yazılı taşı bile olmayan asker Anadolulu Mehmet... "Ben de yüz yıllarca yaban ellerde, neyin uğruna bilmeden can vermişim, kendi yurdum uğruna can vermenin tadına, ilk kez Çanakkale'de ermişim. Uğrunda can verdikçe vatandı ancak; ekip biçtiğim padişah mülkü toprak... değil mi ki; sizler alamasanız bile, bu topraklar almış sizi, sizleri basmış bağrına, sizlere de vatan sayılır artık Çanakkale. Çanakkale'de toprağın üstü cennet altı mezar kavga bitmiş mezarlarda kaynaş olmuş yiten canlar. Bir garip savaştı, Çanakkale savaşı... kızıştıkça kızgınlığı dindiren, ara verildikçe ateşe, düşmanı kardeşe döndüren bir savaştı. Kıyasıya bir savaştı; ama saygı üreten bir savaş...
yaklaştıkça birbirine karşılıklı siperler, gönüller de yakınlaştı. düştükçe vuruşanlar toprağa
dostlar gibi kaynaştı.
Savaş bitti, Ölenler kaldı, sağlar gitti; köylü köyüne döndü, evli evine... kır çiçekleri geldiler akın akın, çekilen askerlerin yerine... yaban gülleri, dağ laleleri, papatyalar, kilim kilim yayıldılar toprağa. Siper siper, toprağın savaş yaralarını örttüler. Koyunlar koruganları yuva yaptı kendine,
kuşlar döndü gökyüzüne kurşunların yerine. Çiçeğiyle yemişiyle yeşiliyle silah yerine saban tutan elleriyle geri aldı savaş alanlarını doğa, can geldi toprağa silindikçe kan izleri. Yeryüzünde cennet oldu öylece o cehennem savaş yeri... Şimdi Çanakkale Gelibolu, bahçe bahçe, ülke ülke mezar dolu. Üstü cennet altı mezar, Çanakkale toprağının... Kavga bitmiş mezarlarda kaynaş olmuş yiten canlar. Huzur içinde uyusun, vuruştukları toprakta, kavgadan kinden uzakta
yan yana dostça yatanlar...
Bülent Ecevit (28.03.2023)